Kum Saati, Satranç ve Dünya…

Satranç, Hintlilerin icat ettiği akıl ve zeka işi bir oyundur. Biri, diğeri ile savaş halinde olan iki ülkenin padişahlarının ordularıyla beraber sembolik savaş strateji ve taktiklerini sergiler. Modern şartlarda cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ve genelkurmay başkanının, rakip/düşman ülkenin meslektaşları ile mücadelesini en iyi sembolize eden oyundur.

Satrançta son, rakip Şah'ın Mat edilmesiyle gerçekleşir. Böylece tüm oyun boyunca bir yandan rakibin sahasına hamleler yapıp taşlarını düşürürken bir yandan da kendi Şah'ınızı Mat olmaktan korumanız gerekir. Bu oyuna Türkiye'de “satranç” dense de dünyanın bir çok ülkesinde “Şah/mat” denmektedir. Kelime olarak anlamı Farsça Arapça karışımı ifade ile “Şah Öldü” (Şah Mate) demektir.

Modern dünya politikası dememin nedenine gelince... 20. Yüzyılın başlarına kadar liderlerin mutlak iktidarı ile yönetilen dünya, I. Cihan Harbinden başlayarak yeni bir yönetim modeline geçmiş bulunuyor: alyans ve koalisyon yönetimi modeli. İtilaf Devletleri, İttifak Devletleri, NATO, Varşova Paktı ve diğer benzerleri de bu yeni alyans/koalisyon yönetim modelinin birer örneğidir. İlerleyen zamanda bu yönetim modeli daha da geliştirilerek bazı devletlerde hükümet üstü ve ya iktidar üstü bir yönetim şekli almıştır. Örneğin ABD'de partilerle temsil edilen iktidarlar aslında kendi başına bağımsız bir yönetim olmayıp, perde arkası gizli grup ve kişilerin belirlediği bir devlet programının uygulayıcılarıdır.

Özetle, “Şah/Mat” ve santranç, modern dünya politikasının 64 karelik bir oyun tahtası üzerinde sergilenmesine olanak sunan beyin jimnastiği gerektiren oyun çeşididir

Ekonomide ve silah üretiminde mutlak bir güce sahip bu perde arkası gizli kişi ve gruplar kendi aralarında gizli koalisyon kurarak sıradaki hükümete kimin geleceğini belirler ve medya, basın yayın, internet, ekonomik etki mekanizmaları ile gerçekleşmesini sağlarlar. Ve tüm bunlar demokrasi ile kamufle edilir. Ancak Rusya, Çin, Suudi Arabistan gibi ülkeler ise askeri, ekonomik, politik otorite sahibi yönetici liderler tarafından gizli bir “alyans/koalisyon”a ihtiyaç duyulmaksızın yönetilmekte ve bu gibi ülkeler de diğerleri tarafından totaliter yönetimle suçlanmaktadır. Doğal olarak akla “Türkiye'de hangi model çalışıyor?” sorusu gelebilir. Açıklayayım...

Günümüz Türkiye'si “süper güç” denilen ülkelerin gizli liderleri tarafından yönetilen emir kulu, alyans/koalisyon üyesi bir ülke olmaktan sıyrılıp kendi kararlarını kendisi veren, kendi politikasını kendisi belirleyen tam bağımsız bir ülke olma yolunda ilerlemekte. Çok önemli bir husus; bu gidişat kesinlikle iyi bir ekibe sahip, güçlü ve otoriter lider talep etmektedir ve bu açıdan sıkıntılarla dolu bir süreçten geçtiğimiz söylenebilir. Engellenmek için Turkiye’de totaliter, antidemokratik gelişmelerle suçlamaların, “işgalci güç” diye tanımlamaların, hatta uluslararası yaptırımların, ülke dahili terör ve iç savaş tehditlerinin eksik olmayacağı bir süreçten geçecektir. İçinde bulunduğumuz bu süreçte Türkiye'nin önündeki model ülke, politik gelişmelere bakılırsa, Rusya'dır.

Daha net ifade etmek gerekirse, arka planda iktidar üstü bir şura tarafından yönetilen çökmüş Sovyetler Birliği sonrasında, Batının kontrolündeki ayyaş politikacılar (örneğin B. Yeltsin) tarafından yönetilen, iç savaş (Çeçenistan) ve terör ile yıpratılan Rusya'yı yeniden eski gücüne kavuşturan Putin'in Rusya'sıdır. Dikkat ederseniz, bugün Rusya'yı eski gücüne kavuşturan Putin yönetimi sırf bu yüzden sürekli basın özgürlüğü, işsizlik oranı, hayat şartlarındaki düşük standartlar, askeri uygulamalar ve Suriye'de olduğu gibi işgalcilikle suçlanmakta.

Halbuki Rusya, var olduğu tüm tarih boyunca Korkunç İvan'dan son Çar II. Nikolay'a, Lenin'den Gorbaçov'a kadar her zaman basın ve ifade özgürlüğünden mahrum ülke olmuştur.

Halbuki, bugün işsizlik oranının yüksek olduğu Rusya, kölelikten kurtulup işçi sınıfına kavuşalı daha 150 sene oldu.

Halbuki, hayat standartları düşük olan Rusya tarihinin en kudretli dönemi sayılan Sovyetler Birliği zamanında bile hep içip sızan alkol düşkünü insanları yüzünden yaşanılmaz bir ülke olmuştur. Halbuki, bugün Suriye'yi, Irak'ı, Afganistan'ı, Libya'yı, Filistin'i, Afrika'yı kısacası dünyanın neredeyse dörtte ikisini işgal edenlerin işgalcilikle suçladıkları Rusya, tüm tarihi boyunca Sibirya'yı, Orta Asya'yı, Kafkasları, Balkanları, Doğu Avrupa'yı işgal etmekle meşgul olmuştur.

Dolayısı ile bunlar Rusların genetik kodlarında saklı olan şeylerdir ve bugün Rusya'nın başında olan Putin ile doğrudan bağlantılı değildir. Ya da bir başka ifade ile, bunların nedeni hiç de Rusya'nın tek bir lider tarafından yönetilmesi değildir. Bilakis bu suçlamalar ile yapılmak istenen asıl şey, Rusya ve Ruslar'ın Libya örneğinde olduğu gibi lidersiz, sahipsiz bırakılmak istenmesidir.

Sonuç olarak Türkiye, bugün her ne kadar (Şah) Mat edilmek istense de sağlam adımlarla ilerlemekte. Putin'in Türkiye'ye sıklaşan ve bugün gerçekleşen ziyareti, salonda Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Putin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'nın yan yana oturup 3'lü poz vermesi, hem Türkiye hem de Rusya ile ortak/yakın müttefik ilişkisi yürüten İlham Aliyev'in ikisi arasında çevirmenlik yapması; yine bugün İstanbul'da 9. Avrasya İslam Şurası'nın aynı günde gerçekleşmesi önümüzdeki Yeni Dünya düzeninde Türkiye'nin önemine ve üstleneceği güçlü, vazgeçilmez lider ülke rolüne ışık tutmakta. Türk insanı politik trafiğin yoğun geçtiği bu günleri ve olayları doğru okumalı ve gidişatını, hedefini iyi görebilmeli diye düşünüyorum. Şahsen ben, Metin Uçar olarak kendimi yakın tarihte tüm dünyada, dost ülkeler tarafından sayılıp sevilen, düşmanları tarafından korkulacak bir Türkiye'nin ay yıldızlı pasaportu ile dünyayı güven içinde dolaşacak bir Türk gibi görüyor ve hissediyorum. Yarınlar bizimdir inşallah, bizim olacaktır.

Batının kum saati tersine dönmüştür, emin olunuz. Doğu ile batı yer değişmiş, dün kum saatinde boşaltılan taraf bugün yeniden dolmak üzere çevrilmiştir.

METİN UÇAR